5 Nisan 2012 Perşembe

Yoksunluğun en üst seviyesinde, varlığın zıttının yokluk olmadığı, salt huzur hissine inanlar olarak fazla bi numaramız olduğunu söyleyemem.
Özür dilemeye yeni başladım. Haksızlığın geleneksel rutinlerden kaynaklandığı konusunda hemfikiriz. Prensiplerimizden biri, terimlerin hükmüne müsaade etmemek olduğuna göre çağrışım oyununa gönlümüzce inanabiliriz. Alarm sesine uyanmanın getirilerini gördüğümüz günler her şeyin daha kusursuz olacağına dair beklentimizin boşa çıkmadığını gördüğümüzde sabaha kadar çalar, söyleriz. Emin olduğumuz tek şey bu.
Canından vazgeçebilecek haldeyken şu an güneşin doğmasını isteyecek kadar -adını bilmediğim güzel bi şey- ile doluyken bahar daha güzel.
İki senedir iddia ettiğimiz gibi:
zaman baya baya geçiyor.
İlk sigara paketimi alırken beni yalnız bırakmayan, her seferinde boka batacağımı bilmesine rağmen yanımda olan, İstanbul yerine Ankara'yı tercih eden, birkaç yıldır elma kokan, okul çıkışında benimle koşarak bisiklet sürmeye gelen, ilk hastanede kalışımda koltukta uyumaktan hiç şikayet etmeyen, her kusma denememde saçlarımı tutan, sürekli yaşlarııyla ilgili dalga geçmemden rahatsız olmuyormuş gibi yapan, saç kestirme kararı alıp bi türlü cesaret edemeyen, okulda uyurken istisnasız her seferinde üstümü örten, benimle telefonda tombala oynayan, mükemmel makarnalar yapan, sabahın altısında börek almaya giden arkadaşlarımı ve benden on iki saat uzakta, dünyadaki en güzel kokan boyuna sahip olan o harika adamı çok seviyorum.
Hayır, bu sefer ağlamadım.
Gül rengi şarapların krallığında, herkesten daha eşit ve uykusuz olacağımıza hiç şüphe yok.
Eyvallah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder